Alışkanlık ve Toplum
Kavramsal Çerçeve
Montaigne, “Alışkanlık” başlıklı denemesine şu paragrafla başlıyor:
“Bir köylü kadın, bir danayı doğar doğmaz kucağına alıp sevmiş, sonra da bunu âdet edinmiş, her gün danayı kucağına alıp taşırmış; sonunda buna o kadar alışmış ki dana büyüyüp koskoca öküz olduğu zaman, onu yine kucağında taşıyabilmiş. Bu hikâyeyi kim uydurduysa, alışkanlığın ne büyük bir güç olduğunu çok iyi anlatmış olacak. Gerçekten alışkanlık pek yaman bir hocadır ve hiç şakası yoktur. Yavaş yavaş, sinsi sinsi içimize ilk adımını atar; başlangıçta kuzu gibi sevimli, alçak gönüllüdür ama, zamanla, oraya yerleşip kökleşti mi, öyle azılı, öyle amansız bir yüz takınır ki kendisine, gözlerimizi bile kaldırmaya izin vermez.”1
Türk Dil Kurumu (TDK) ise, bu yazımın konusuyla ilgili olan tanımında alışkanlığı, iç ve dış etkilerle hep aynı biçimde gerçekleşmesi sonucu beliren şartlanmış davranış olarak tanımlıyor.
Alışkanlık, aslında bu anlamda biraz kültürü de çağrıştırıyor. Kültürü, insanların yapıp ettiği her şey olarak tanımlarsak, yaşadığımız şartlanmış davranışlarla kültürü de özdeşleştirmek mümkün hâle gelebiliyor.
“Montaigne’nin işaret ettiği “olumsuz manadaki” alışkanlık kavramından ziyade bunun pek tabii ki olumlu bir tarafı da var” diye sorgulayabilirsiniz. Örneğin, “olumlu davranışları alışkanlık hâline getirdiğinizde bunun ne zararı olabilir ki” şeklinde düşünebilirsiniz. Bu sorgulama ve düşünce şeklinizin yanlış olduğunu belirtmem gerekiyor. Gerçekten de alışkanlık Montaigne’nin belirttiği gibi kötüdür. Her şartlanma kötüyü de beraberinde getirir. İyi olduğunu düşündüğünüz şeye şartlanma daha iyileri görmezden gelmenize neden olabilir. Kötü veya iyi, yavaş yavaş içimize yerleşip kökleştiğinde daha iyiyi görmezden gelme refleksi gelişebilir.
Türkiyemizin Durumu
En son da söyleyeceğimi en başta söyleyecek olursam, Türkiye tam bir alışkanlıklar ülkesi gibi görünüyor. 20 yıldır ülkeyi yöneten yapıyı, bundan önce yönetenleri, çeşitli algı yöntemleriyle hep içimize yerleştirip kökleştirdik. Sempatik görünüşlerini hafızamıza kodlayıp kötülüklerini alıştığımız için görmezden geldik.
Zam dediler, iktidarlarına alıştığımız için zamlarına kısa süreli bir tepki sonrası alıştık.
Hukuku çiğnediler, iktidarlarına alıştığımız için hukuku çiğnemelerine de alışır olduk.
Açlık, yoksulluk, fakirlik arttı; iktidarlarına alıştığımız için kuru ekmeğe şükretmeye alıştık.
Özgürlüğümüz elimizden alındı, ancak iktidarlarına o kadar alıştık ki, bunu makul karşıladık.
Eleştiren kişileri, eleştirenleri, tutuklayıp hapse attıklarında, iktidara olan alışkanlığımız eleştirenleri haksız kıldı. Onları anlamamak üzerine alışkanlıklar geliştirdik.
Kadın cinayetlerine, tecavüzcülere, çocuk istismarcılarına, dini kullanan şaklabanlara da alıştık.
Laiklik, kötü inancına alıştık.
Atatürk dinsiz diyenlere, Atatürk olmasaydı daha iyi olurdu diyenlere kanıp onların soysuzluklarına alıştık.
Ayyaş diyenin çıkıp ekranlarda saatlerce konuşmasına bile alıştık.
Yanı başımızda yaşanan hırsızlıklara ve haksızlıklara, trafikte birbiriyle yarışan akılsızlara, oy çalmalara, yolsuzluklara alıştık.
Bizi yöneten siyasi, idari ve benzeri kadroların liyakatsizliğine, basiretsizliğine alıştık.
İyi sandıklarımızın kötülüklerini görmemeye alıştık.
Alıştık da alıştık vesselam.
Sonuç ve Çözüm nerede?
Atatürk’ün ve O’nun gibilerin bize gösterdiği akılcı, sorgulayıcı, bilime dönük anlayışta; çünkü bu sorgulayıcı tavır alışmayı engelleyen muazzam bir taktik. Onu, Atatürk’ü sizden uzaklaştırmaya çalışanlara alışmayın ve Atatürkümüzü de sorgulamaya alışın; çünkü O, bunu isterdi.
Hatib Minber
Sitemde yayınlanan içeriklerden ilk siz haberdar olun. Ücretsiz olarak bildirim almak için e-posta adresinizi girin. Aboneliği tamamlamak için lütfen e-postanıza gönderdiğim, iletiyi onaylayın.